Category Archives: Makale-Yazıları

ŞİMDİ VE BURADA / NOW AND HERE

ŞİMDİ VE BURADA / NOW AND HERE

Günümüz dünyasında Sanat,  hızlı tüketim ideolojisi içinde yer almaya başlamış, Türkiye’de sanatın ne olduğu ve değeri çözümlenmemişken, Türk sanat ortamı, ne yazık ki kendini bu ideoloji içinde bulmuştur. Son yıllarda sayısı artan sanat kurumları, fuarlar, galeriler birer sanat otoritesi haline gelirken, sanat yapıtının oluşum süreci, malzeme ve göstergeleri müdahaleye açık, günümüz sanatçısı da sadece “üretici” olarak konumlanmıştır. Niteliği ve alt yapısı önemsenmeksizin küratör-galeri sahibi tarafından belirlenen başlığa-içeriğe uygun üretimlerde bulunan “sanatçı”, izleyiciye, içeriği makyajlanmış üründen öteye geçemeyen “sanat yapıtı” profili ile birlikte tüketime dayalı bir sanat inşası sunmaktadır.

“Şimdi ve Burada” sergisinin önemi tam da bu noktada dikkat çekiyor. Yapıt merkezli ilişkinin kurulduğu bu sergide sanatçıların anlatım biçimi, malzemesi ve yaratım sürecine yönelik herhangi bir “sanat otoritesinin” müdahalesine imkan tanımayarak oluşturulan yapıtları, yer yer birbirinden habersiz ele alınmış ortak konuların farklı sonuçlarıyla tek bir başlık altında,  sanatçının serüvenini sunmaktadır. Sergide yer alan sanatçılardan Güler Aşık’ın çalışmalarının temelini toplumda varoluş, cinsiyet, dine dair kodların genele/özele yansıyan çatışmaları ve bu çatışmalarla büyüyen bireyin kentin yükselen duvarları arasında kaybettiği çocukluğunun içe dönük yansımaları oluşturuyorken, Ayşe Önuçak’ın çalışmalarında ise nesneler bağlamlarından koparak, izleyicinin algısını yönlendiren/ değiştiren ikonografik bir söyleme dönüşüyor. Sanatçı bu söylemi, belleğin fragmanları halinde, video, kolaj ve yerleştirme gibi tekniklerle izleyiciye sunmaktadır. Çalışmalarını belirsizlik, muğlaklık, tekinsiz haller, patlama gibi kavramlar üzerine kuran Ayfer Karabıyık ise izleyicisini paradoksal bir sorgulamanın içine çekerken, bir diğer sanatçı, Sibel Begeç Balcı’nın eserlerindeki masalsı imgeler ve şiirsel renkler, düş ve gerçek arasındaki gelgiti izleyiciyle paylaşıyor. Serkan Çalışkan’ın kullandığı yazılar; cinsiyet, ötekilik gibi kavramlar aracılığıyla tuval yüzeyinde bir araya getirdiği imgeler gerçeklik sınırlarını zorlarken, sanatçının “otobiyografi ve kurmaca” arasındaki sınırın eridiği eserleri izleyicisiyle buluştuğu andan itibaren başkalaşarak ortak bir dil/kod oluşturma yoluyla yeni bir varlık halini alıyor.
Ezberlenmiş bilgilerle tüketilmesi hedeflenen ve markalaşma ideolojisine hizmet eden üretimlerin aksine, oluşum sürecini gizlemeyerek izleyiciye yeni kapılar açan eserlerin yer aldığı sergide, Duygu Sabancılar ise kamusal alanlara uygulanmış yazı/slogan gibi unsurları resim yüzeyine taşıyıp farklı bir yüzeyde farklı kodlar yükleyerek, yeni bir izleyici kitlesine sunuyor. Benzer noktada, endüstri ürünlerinin birleştirici malzemesi olan vidaları eserlerinde kullanan Gökçen Şahmaran da, Duygu Sabancılar ve sergide yer alan diğer sanatçılar gibi, sanatçının eseri oluşturma sürecinde sarf ettiği eforun, duyduğu kaygının ve kullandığı malzemelerin alımlayıcı açısından farklı anlamlar yüklenerek okunduğunu, başlı başına sanat eserinin sanatçı ve izleyiciyi ortak bir paydada birleştirdiğini ve bu misyonu yüklenirken yine de varlığını koruduğunu açıkça gösteriyor.
Yeni bir düzlemde, yeni izleyicilere farklı okumalarla hitap eden yapıtlar, yedi sanatçının ortaklaşa belirlediği “Şimdi ve Burada” başlığı altında, “orada” ve “o zaman” diliminde, eserle karşı karşıya kalan “o izleyici”ye kendi hikayesini anlatıyor.

Güneş Hüseyinkulu
İstanbul, 2012

__________________________________________________________________

“NOW AND HERE”

Art, in today’s world, has begun to take part in fast consumption ideology; not until what is art and its value is resolved, Turkish art atmosphere regrettably has found itself in the center of that ideology. In recent years, art associations, fairs and galleries that increase in number have each become art authorities, the formation process, materials and indicators of the artwork are posited as open to intervention, and today’s artists as merely “producers”. Creating in accordance with the qualitifcations and the title/content determined by the curator o the gallery owner –no matter how important is the background–, “the artist” introduces an “artwork” profile that cannot go beyond being a product the content of which wears make up, along with an art construction depending on comsumption, to the viewer.
Herein, the essence of the exhibition, “Now and Here”, draws attention. In this exhibition in which the artwork-based relationship is established, the explanandum, materials, works formed ruling out any intervention of any “art authority” unfold the adventure of the artist to the viewer; sometimes under a single topic and with several consequences of the same questions dealt uninformed of one another. Among the artists participating, the existence in society, gender, the battle of religious codes reverberating in the general/the particular, and the introverted reflections of the childhood that the individual lost in the midst of the city’s towering walls provide the basis of Güler Aşık’s works while in the works of Ayşe Önuçak, objects breaking away from the context turn into iconographic discourses manipulating/changing the viewer’s conception; and the artist lays that discourse to the viewer in the shape of a fragmentary memory, by using techniques such as video, collage and installation. As Ayfer Karabıyık who bases her works on the notions like ambiguity, elusiveness, uncanny states, explosion pulls the viewer into a paradoxical questioning, the epic images and lyrical colors in Sibel Begeç Balcı’s works offer the flux and reflux between the fantasy and the real. The writings that Serkan Çalışkan uses, the images he pieces together through the notions such as gender, otherness push the barriers of the real; and his works in which the limits of “ autobiography and  fiction” resolve alter, form a common language/code and become a new being from the moment they meet the viewer. In the exhibition that includes works not hiding the formation process and thus opening new doors to the viewer in conrast to the productions aimed to be consumed with learn-by-rote knowledge and serving to the brandization ideology, Duygu Sabancılar, by placing the components practiced in the public sphere –such as scripts and mottoes– on the canvas and attributing different codes in a different surface, addresses a newer audience. Like Duygu Sabancılar and the other artists participating in the exhibition, Gökçen Şahmaran, who makes use of screws that are the connecting materials of industrial products, also in a similar vein, clearly shows that the efforts and anxiety and the materials the artist uses in the process of creating are read by the receiver who assigns different meanings on them, that the artwork alone has the artist and the viewer find the least common denominator, and that it preserves its nature while taking it as a mission.
Artworks providing several readings for the viewers on a new plane, under the title “Now and Here” on which all the seven artists have agreed mutually, “there” and in “that period of time”, tell their stories to “that viewer” facing with them.

Güneş Hüseyinkulu
İstanbul, 2012
http://www.guneshuseyinkulu.com

Translated by Yasemin Ertuğrul

Body World’s Ölüme Tanıklık – İlk Çağdan Günümüze Ölüm Kavramı

BODY WORLD’S ÖLÜME TANIKLIK

Güneş HÜSEYİNKULU

2010

Ölüm ve beden kavramlarının, ilişkisinin karşımıza çıktığı Body World’s başlıklı sergiden bahsetmeden önce ölüm kavramının ilkçağ’dan günümüze değişen sürecine değinmekte yarar var.
“Ölüm, bir canlı varlığın (insan, hayvan ve bitkinin) hayati faaliyetlerinin kesin olarak sona ermesidir.” 1
Sanat tarihinde sıkça karşımıza çıkan ölüm kavramı, sadece sosyal bir ünite olan, gereken sürekliliği ve dayanışmayı sağlayan geniş aile ya da kabile olarak yaşayan İlkçağ insanlarının doğum kadar olağan bir durum olarak kabul ettikleri özellikti. İnsan yaşamının fizyolojik evrelerinin, özellikle doğum ve ölüm gibi dönüm noktaları pek çok ayinin ve inanç öğretisinin çekirdeğini oluşturmaktaydı. Geçmişin ölüme bakışını anlamak için sanat tarihinde üzerinde durulması gereken konu ‘’Mitoloji’’ dir . Mitolojideki ölümsüz tanrılar ile ölümlü insanın ilişkisi, aralarındaki çekişmeler ve mücadeleler yıllarca insan hayatını etkilemiştir. Bu gün bile sanatında mitolojik konulardan,efsanelerinden ya da sembollerinden yararlanan birçok sanatçının var olduğuna tanıklık ederiz. Mitolojinin neredeyse bütün efsanelerinde ölümsüz tanrıların insanlara eziyeti ya da yardımı ve ölümlü insanın ölümsüz olma çabası söz konusudur.
İlkçağ insanının mağara duvarlarına yaptığı hayvan resimlerinin anlamları insanın kendini yok edebilecek güçte olduğuna inandığı şeyleri resmedip, onun gücünü azaltma isteğinde olduğu varsayılır. Bu gün “sanat ürünü” olarak sıfatlandırdığımız eşyaları aracılığıyla yaşama ve ölüme ilkçağ insanının verdiği önem, ölümü büyüyle yok edebilme inancı ve totemlere yüklenen sembolik değerler açıkça görülebilir. En ilkel halklar bile ölüm karşısında karmaşık davranışlar sergilerken dini inançların büyük bir bölümü ölümü “öbür dünyaya açılan bir kapı” olarak nitelendirir. Gelenekselleştirilmiş ve dramatize edilmiş üzüntü ve yakınmalar karşımıza her zaman çıkmamakla birlikte ölü dinsel dikkatin merkezinde yer alır. Cesedin gömülmesinde en yaygın biçimler, cesedin mağaralara, oyuk ağaçların içine konulması ve bazen de yakılması ya da cesedi bir sala konarak denize bırakılması durumu geçerlidir.
Eski Uygarlıklarda ölüm kavramına göz attığımızda, ölüme en çok önem veren uygarlığın Mısır Uygarlığı olduğu çıkar ortaya. Mısır çok tanrıcılığından günümüze ulaşan papirüs tomarlarından oluşan ‘’Ölüler Kitabı‘’ okumalarında eski Mısır inançlarına göre , ölümden sonra sonsuza dek mutlu olabilmek için, yer yüzündeki erdemlik sınavlarından geçmek gerektiği bilgisi aktarılır. Sınavın geçilmediği durumlarda ise insan öldükten sonra tekrar öldürülerek yok edilir. Ölüleri, yer altı ülkesinin kralı ve yargıcı olan, elinde altın bir terazi bulunan ve bir kefesine “Gerçek “ öbür kefesine ise “Ölenin kalbi”nin konduğu Osiris yargılar. Tanrı Toth yargılama sırasında teraziye bakar ve yalanla gerçeği ayırt eder.Yalan söyleyen ölüler yok edilir,doğru söyleyenler ise cennetlik olurlar ve iyice mumyalanmış bedenleriyle sonsuza dek mutluluk içinde yaşarlar.
Mısır Uygarlığının ölüme verdiği değerle birlikte tarihte çok önemli bir yere sahip olan ve Kralı içine alacak olan gömütler olan Piramitleri de göz önünde bulundurmalıyız. Mısırlıların “ölüm sonrası” na sarsılmaz bir inanca sahip olmaları Kral’ın cesedinin yerleştirildiği merkezdeki odanın duvarlarına ruhun gittiği yerde yapacağı yolculukları simgeleyen resimler,özel işaretler çizmelerini sağlamıştır. Kral öldükten sonra da bedeninin korunmasına verdikleri önemle, Kralın dış görünümünü de yaşatarak ve bu şekilde sonsuza dek yaşayacağına duyulan inançla Kral’ın aşınmaz bir granite portresinin oyulmasından anlıyoruz.
Anadolu kültüründe ise ölenin eşyaları birazda ruhunun geri dönüp yaşayanları rahatsız etmemesi için cesedin yanına konur. Hindistan’da bu gün kadınlar hala yasal olmamasına rağmen ölen kocalarıyla birlikte diri diri yakılırlar. Helenistik dinlerin temelini ise ‘’Ruhun ölümsüz olduğu düşünüşü’’ oluşturur. Bu dinlerde önce ölen sonrada tekrar dirilen bir Tanrı anlayışı kabul edilir. Yani ilkin ölüme yenilen Tanrının sonradan ölümü yendiğine inanılır. Böyle bir Tanrı’ya inanan kişiye, belirli törenlerden geçtikten sonra bu Tanrı’nın sonuna katılacağı , tıpkı onun gibi yeniden dirileceği vaat edilir. Tüm Helenistik dinler için ortak olan bu görüşler, ilk Hıristiyanlığın da karakteristiğini oluşturmaktadır.
Tanrı pek çok hakaretlere uğramış, sonunda çarmıha gerilerek ölen bir insan olarak kendi ölümünü algılamıştır. Fakat ölümünden 3 gün sonra yeniden dirilmesiyle Tanrı ölümsüzlüğünü kanıtlamıştır. Önce ölen sonra ise yeniden dirilen bu Tanrı’nın alın yazısına katılan bir insan, aynı onun gibi ölümden sonra yeniden dirilecektir. Bu anlayışın hakim olduğu orta çağ insanı, dünyevi şeylerin önemsizliğiyle biçimlenmiştir. Özellikle orta çağ’ın sonlarına doğru ölüm fikrinin yaygınlaşması Avrupa nüfusunu büyük ölçüde azaltan veba ve salgın hastalıklarının ölümcül sonucudur. XIII- XVI.YY’ lar vebanın getirdiği ölüm ve yıkım sonucu kültürel alanların da bütününü kaplayarak sanatçıları etkisi altına alır. Tahta baskı yönteminin keşfedilmesi Ölümün kendisinden, yönteminden ve zamanlamasından korkulmaması gerektiği, ölümün sadece İsa’nın ikinci gelişine kadar uyumak olduğu inanışını dinsel kurumların insanları eğitmek için verdikleri vaazlarla görüntüleri birleştirme olanağı verir. Buna karşın Ortaçağ insanı ölüme hazırlıksız yakalanmak istemez ve ani ölümlerden korkar. Belli dinsel ritüeller yerine getirilmeden,itiraflarda bulunarak günahlardan arınılmadan ölmeyi istemezler. Çağ sonlarında “Ölüm Yatağı” itirafları daha da yaygınlaşır ve dini amaçlara hizmet eden sanat ve edebiyatta ölümün temsilleriyle karşılaşırız. Bunlar: Momento Mori(ölümü hatırla) mezarları, Ars Moriendi (iyi ölme sanatı), Danse Macabre (ölüm dansı) gibi temaların tasfiridir.
Momento Mori’ nin temsillerine mezarlarda rastlanmaktadır ve ölen kişiyi hem canlı hem de ölü halleriyle resmeder. 2 Bu tasvirler sayesinde ölümün meydana getirdiği bozulmayı, çürümeyi görebiliyoruz. Antik çağlarda olduğu gibi Ortaçağ mezar anıtlarında da sıkça rastlanan sahne, ölen kişiyi herhangi bir aktiviteyi gerçekleştirir durumda göstermeyi amaçlar. Ölen kişi genellikle hayatta olduğu gibi, sağlıklı ve sosyal sınıfına uygun bir şekilde giyinmiş olarak tasvir edilir. XIII ve XV. YY’na gelindiğinde, Ortaçağ’ın sonlarının Momento Mori’ lerin de çıplak, çürümekte olan cesedin resmi, hayattaki halinin altında gösterilir. Tüm Ortaçağ’da olduğu gibi, anlatılmak istenen, dünyevi şeylerin gelip geçiciliğidir.
Kutsal bir tarzda yani iyi bir şekilde ölmenin yollarını gösteren ve Alman rahipler tarafından hazırlanarak matbaa ve tahta-baskı sayesinde hızla yayılan Ars Moriendi (ölme sanatı) ise XV.YY’da ortaya çıkan yazılı bir incelemedir.Bu incelemede, insanın kendi ölümüne hazırlanması ve ölmek üzere olanlara bakan kişilere yol göstermek, iyi ölüm, ölme sanatı üzerine hazırlıklı, bilgili ve becerili olarak karşılanan ölüm yer alır. Özellikle Ortaçağın Fransa ve Almanya sanatında çok fazla tekrarlanan iki sahne; ölüm yatağı sahnesi ve cennette taçlandırma ayrı ayrı sıkça işlendiği gibi bazen birlikte de bulundurularak ele alınır.3 İtalyan sanatında Meryem’in ölümünün ele alınışının iki yaklaşımıyla karşılaşırız. Biri bol bol mucizevi ayrıntılarla dolu iken, diğeri, Meryem’in zaferinin titrek ama bir o kadar da güçlü görüntülenmesidir.
İlerleyen zamanla ölüm kavramı üzerinden imana davet girişimlerine karşın toplumsal bir hiciv olan ve ölümün eşitlikçi demokrasisini, dünyevi şeylerin boşunalığını hatırlatan Dance Macabre (ölüm dansı) kavramı Orta Çağ insanı tarafından benimsenerek sanat dallarında hızla yayılmaya başlar.
XIV yüzyıldan XVI yüzyıla kadar olan dönemde ortaya çıkmış olan ölümün çürümüş ceset biçiminde temsil edilmesi pek fazla yaygın olmamıştır. Ars Moriendi’deki ölüm-yatağı tasvirlerinde görülen, uzanmış bir şekilde ölmekte olan kişi figürünün yerine, bir ceset figürünün geçmesi, yalnızca doğu Fransa ve Batı Almanya gibi belli bölgelerle sınırlanmıştır. XVI. YY’a gelindiğinde çürümekte olan ceset temsilleri ortadan kalkar. Çürümekte olan ceset değil de, ölülere ait kemiklerin kiliselerde süs eşyalarında kullanılması XVII. yüzyılda çok yaygın hale gelerek evlerde bile görülmeye başlar. Fakat, XVI. yüzyılın sonlarında ölüme ilişkin nesnelerin kafatası veya kemik biçiminde halka mal olması çürümüş bir cesedin halka mal olmasıyla aynı anlamı taşımamaktadır.
Ortaçağ’daki ölüm temsillerinin bir çoğunda yaşayan canlıların ölümü görememesi söz konusudur. Ölüm ile yüzleşen kişilerin kendileri için dua edemeyeceklerine inanıldığı ve ölen insanın diğer dünyaya geçişi sonrasında, cehennem’de kalacağı süreyi azaltarak, ruhun en kısa sürede cennet’ e geçmesini sağlamak için Cenaze Merasimleri düzenlenir. Ortaçağ insanları için cehennemin ızdırap veren ateşinde kalacak olan yakınları hakkında düşünmek,son derece acı verici bir şeydir. Daha önce de bahsedildiği gibi Hıristiyanlık’ta ideal ölüm, evde yatarken ve kutsal kitaptan pasajlar okurken gelen ölümdür. Düzenlenen merasimler / cenaze törenleri tam olarak beş aşamadan oluşur: Son dualar, evden kiliseye götürülüş, kilisede yapılanlar, kiliseden mezarlığa götürülüş ve gömme. Bunların tamamı “Ölümün Yeri” metninin minyatürlerinde yer almaktadır. Son Dualar, sadece rahiplerin, keşişlerin, din adamlarının ölü için yapabilecekleri bir hizmettir. Tabii ki her zaman bir rahip bulmak mümkün değildir ve bu yüzden yanan mumu rahiplerin vermesi gerekirken, ölmekte olan kişinin yakınları da verebilir. İlginçtir ki; Ortaçağda bir çok kişi için kalıcı, bireysel mezar alanı uygulaması yapılmamaktadır. Mezarlıklar tek bir kişiye ayit değildir. O dönemde, genelde kiliselere din adamları, soylular, zenginler gömülebilmektedir.Bu şansı elde edemeyen, kilisedeki işlemlerden sonra –ki bazen bu bile yapılamaz- ceset, halk mezarlarına götürülür. Bu mezarlara Fosses aux pauvres , yoksul çukurları adı verilmektedir.Bu çukurlar çok geniş ve derin olduğundan dolayı çok fazla cesetle doldurulabilmektedir. Çukurlardan biri dolunca üstü toprakla kapatılmakta, daha sonra eski bir çukur yeniden açılmakta ve etrafa dağılmış olan kemikler toplanarak,kilisenin farklı bölümlerinde yer alan kemik evinde ya da diğer bir deyişle Ceset-Evi olarak adlandırılan Charnier’lerde saklanır.Ortaçağın sonlarından itibaren Ceset-Evi, kilise mezarlığı boyunca uzanan ve altında ölü kemikler’in yığılı olduğu galerileri belirtir duruma gelmiştir. Kemiklerden yapılmış süs eşyaları, şamdanlar özellikle kiliselerde bolca görülür. Tabut ise ölünün evden kiliseye ve kiliseden mezarlığa taşınmasında bir araçtır. Ölüyü tabutuyla birlikte, yalnızca ölüye ait bir mezara gömmek modern bir uygulama olup, ancak 18yy’ın sonlarında uygulanmaya başlar. Oysa, tabutla gömme sadece cesedin çürümesini yavaşlatır. Ortaçağ’da ve hatta XVIve XVII. YY’ lar gibi oldukça geç tarihlerde bile, ölü bir kimsenin kemikleri azizlerin yakınında veya kilisede Bakire Meryem veya Kutsal Sunak yakınlarında olduğu sürece, kilisenin ölü bedenleri ne yaptığı konusu kimseyi ilgilendirmemiştir. Ölünün kutsanması mezara konurken de devam eder. Ortaçağ’daki mezarcıların en önemli fonksiyonlarından birisi de, herhangi bir üyenin ölümü durumunda tüm detayları düşünmektir.
XIII.YY’ dan XV YY ‘ ın sonuna kadar olan dönemde Avrupa da salgın hastalıklardan ve açlıktan dolayı ölüm ve yıkımın hakim oluşu. Memento Mori (ölümü hatırla) mezarları, Dance Macabre(ölüm dansı), Saatlerin kitabı, Ars Moriendi (ölme sanatı) ve daha birçok eserde ölüm endişesinin kendini Vanity (yokluk) teması ile açığa çıkarmasına neden olur. Yokluk temasının mesajı; ölümün herkesi bulacağı ve mevkisi ne olursa olsun, ne kadar güzel olursa olsun kişinin sonunda çürüyen bir ceset olacağıdır. XVII YY’la gelindiğinde ölümün nerdeyse Ortaçağla aynı derecede bir endişe konusu olması Modern Avrupa hümanizmasının gelişmesiyle de modern dünyevilik daha da belirginleşir. Hayatın kısa olduğu gerçeğinin fark edilmesiyle birlikte bütün ilgi yaşamın muhteşem ve artan zevkleri olduğu fikrine odaklanır. Modernleşen dünyada, görsel bir nesne olarak ölüm (stil-life) soyutlaştırılır, rasyonalize edilir, çürüyen cesetlerde resimlerden kaybolur.
‘’Vanitas’’ tekniği adını Ecclesiastes kitabındaki bir bölümden alan ve still-life diye adlandırılan özel ‘’Natürmort Akademisi’’dir. Vanitas resimleri, yaşamın kısalığını ve geçici olduğunu ima eden sembolik nesnelerle doludur: kuru kafalar, zaman ölçen aletler olan saatler, kol saatleri, yanan ya da yeni sönmüş olan mumlar, solmuş ya da yeni filizlenen çiçekler, olgunlaşmış ve çürümüş olan meyveler gibi. Dünyevi hazinelerin değersizliğini ima etme amacı ile nadir, eşi benzeri olmayan, lüks eşyalar kullanılmıştır. Müzik aletleri ve kitapları da yaşamın zevkini ve tadını niteler. Bilimsel aletler ve kitaplar hayata daha düşünerek bakılması gerektiğini, silahlar ve ordu rütbelerinin nişanları da yaşamdaki sosyal pozisyonları ima eder. Vanitas resimleri sık sık geçici şeyleri kınayan simgelerle ruhun ebedi varlığının işaretlerini birleştirir. Kum saati ya da sönmüş mum gibi sembolik nesneler resimde, yaşamın gelip geçiciliğini ifade eder ve bu tür nesneler çabucak anlaşıldığından ve çok kullanıldığından zaman içerisinde sıradanlaşmış ve klişeleşmiştir. XIX YY’a kadar süren “Ölüm Yatağının” ayinsel yüceliği, Ortaçağ sonundan itibaren,dramatik bir karakter kazanarak daha önce olmayan duygusal bir yüke sahip olur. Bu düşünceler XVII ve XVIII YY’ larda değişmeye başlar. İnsanlar ‘’Karşı Reform”un etkisiyle inançlara karşı mücadeleye girişerek erdemli bir şekilde yaşamanın zahmetine katlanmanın gereksiz olduğunu, bir ölümün her şeyi temizlediği anlayışıyla karşı çıkmışlardır. Bu köklerini derinlere salmış olan inanç XX.YY’da ve yalnızca endüstrileşmiş toplumlarda kırılabilmiştir.
XX. yy’a gelindiğinde Sembolizmin evrensel bilgi ve hakikatlerin basit ve sade öğelere indirgenerek ifade edilme girişimi, savaşlar, teknolojik gelişimin, bilimin yeniliklerinin ve bunların sonucunda ortaya çıkan kimlik, kişilik sorunları insanların ölüm kavramına yaklaşım biçimlerini değiştiren unsurlar olarak çıkar karşımıza. Sevdiklerinin etrafında bulunduğu ev ortamında huzurla çıkılan yolculuk olan ölüm hastanelerde yalnız başına, çoğu zaman öldüklerine dair doktor rapor ve onayı gerektiren bir eylem halini alır. Modern dünyanın hızlı tüketim toplum anlayışının bireyi yalnızlaştırması, birçok sanatçı tarafından ele alınmış, sorgulanmıştır. E.Munch gibi başlıca ekspresyonist ressamların ele aldığı ölüm kavramı Modern hayatın insanına sorgulanmak üzere defalarca sunulmuştur. İçe dönük ve sanal platformlarda yaşayan günümüz insanlarının değişen inanç ve algı sürecinde ölüm kavramından uzaklaşmış oldukları tartışılmaz bir konudur.
Günümüz insanının anlayış ve bakış açısını zorlayan Body World’s sergisi de tıpkı daha önce adı geçen sanatçılar ve eserler gibi, geçmişten bugüne değişen ölüm kavramını karşımıza bilimsel yenilikler ve gerçeklik olgusunu sorgulatacak biçimde çıkarmıştır. Ölümü gerçekleşmiş insan ya da hayvan bedenlerinin “Plastinasyon yöntemi” 4 ile spor, dans, satranç veya öğretme gibi aktivitelerde yer alırken nasıl çalıştığını açığa çıkaracak biçimde sunulur. Sergilenen farklı örnekler, vücuttaki farklı sistemler üzerinde odaklanır. Sergilemede yer alan bedenlerin sahipleri tarafından ölmeden önce bağışlandığı ve Plastinasyon için sunmalarının başlıca nedenlerinin gelecek nesiller için bir miras bırakmayı istemeleri, ölümden sonra çürümek ve dekompoze olmamak veya geleneksel definlerin sevilmediği belirtilmiştir Ortaçağ ve öncesinde insan bedeninin dokunulmazlığının yıkıldığı bu sergide günümüz insan algısında, bilimsel hizmet amaçlı oluşan projenin estetize edilerek bireylere kabul ettirildiği gözlemlenebilir. Savaş ve yıkımların hüküm sürdüğü son bir yüzyıllık insanlık tarihinde, ölümle sıkça yüzleşen bireylerin tüketim toplumu algısı ile ölümün gerçekliğine alışmış olması Ölüm kavramının önemi hakkında düşünmeyi sona erdirmiştir.

Body World’s sergisinin önemi, yalınlığı ile tarih boyunca karşımıza çıkan ölüm ve ölüme yaklaşım biçimi olgularında, dünyevi hayatta beden sınırlarının ne kadar ulaşılır ve sıradan olduğu, beden mekanizmasının işleyiş mükemmelliğinin dahi sonlandırılabilecek nesnelliğini açık bir şekilde sunmasıdır. Embrio gelişim aşamalarından, organ hasarlarına kadar bir çok bilginin görsel ve yazılı biçimde açıklandığı sergide insan gerçeği yalnızca kadın ve erkek bedenlerinin aşamaları olarak kaydedilmiştir. Hayvanlar dünyasından zürafa, at gibi kadavraların da ölüm olgusunun çürümeye sebebiyet veren ürkütücü ve korkutucu özelliğinden ayrıştırılarak sunulmuş olması dikkat çeker.

Body World’s yaratıcısı olan Dr. Gunther von Hagens’in dile getirdiği “Her insan bir diğerinden, yalnızca dışarıdan değil, içeriden de farklıdır.” 5 gerçeği ve bu farklılığın önemi, günümüz insanına ne kadar ulaşmıştır, tartışmaya açık bir konudur.

 

DİP NOT:
1- Vikipedi Özgür Ansiklopedi : 14 aralık 2010 http://tr.wikipedia.org/wiki/%C3%96l%C3%BCm
2- Eski çağlardan günümüze kadar, mezarların üzerine oyma, yontma ya da boyama yöntemleriyle yapılan sahnelerin amacı ölüyü anmaktır.
3- En iyi ölüme örnek “Bakire Meryem’in ölümü” ya da “Uyuyakalması”(Dormition Of The Virgin) dir.
4- Dr. von Hagens 1977’de keşfettiği, BODY WORLD’S sergilerini yaratmakta kullanılan, çığır açıcı örnek koruma teknolojisidir.
5- ARTS SCIENCES SANAT VE BiLiM ORGANiZASYON REKLAM HiZMETLERi İle söyleşi.